Diyetisyen Faize Gizem Maden: Vücudumuz gerçekten eskisi kadar dayanıklı değil mi, yoksa biz onu artık yeterince beslemiyor muyuz?
Son yıllarda pek çok kişi aynı şeyi söylüyor: Daha çabuk yoruluyorum, eskiden tolere ettiğim şeyler artık beni zorluyor, küçük düzensizlikler bile günlerce toparlanamamama neden oluyor. Bir gece uykusuz kalmak, bir öğün atlamak ya da birkaç gün kötü beslenmek bedende eskisine göre çok daha büyük karşılık buluyor. Çoğumuz bu durumu yaşa, tempoya ya da yoğun hayata bağlıyoruz. Oysa asıl neden, vücudun uzun süredir yanlış şekilde yüklenmesi ve
yeterince beslenememesi.
Bugünün bedenleri kalori alıyor ama beslenemiyor. Hızlı yaşam, düzensiz öğünler ve işlenmiş gıdalarla dolu tabaklar, vücudun gerçek ihtiyaçlarını karşılamıyor. Yeterli protein alınmıyor, lif ihmal ediliyor, vitamin ve mineral çeşitliliği giderek azalıyor. Bu tablo kas dokusunun zayıflamasına, bağışıklığın düşmesine ve enerji seviyesinin giderek azalmasına neden oluyor.
BESLENME YETERSİZLİĞİNİN SESSİZ SONUCU
Dayanıksızlık dediğimiz şey çoğu zaman bu beslenme yetersizliğinin sessiz bir sonucu. Beslenmede yapılan en büyük hatalardan biri öğün atlamayı normalleştirmek. “Aç değilim” diyerek geçen öğünler, vücudun enerji dengesini bozuyor. Uzun açlıklar sonrası hızlı ve düzensiz yemek yemek sindirim sistemini zorluyor, kan şekeri dalgalanmalarını artırıyor.
Bu da hem fiziksel hem zihinsel yorgunluğu derinleştiriyor. Vücut düzensizliği sevmez; ritim bozulduğunda dayanıklılık da bozulur. Bir diğer önemli konu protein yetersizliği. Günlük hayatta pek çok kişi yeterince protein aldığını düşünse de gerçek tablo çoğu zaman farklı. Yetersiz protein; kas kaybı, güçsüzlük,
çabuk yorulma ve toparlanma süresinin uzamasıyla kendini gösterir. Kas dokusu yalnızca estetik bir konu değildir; metabolizmanın, bağışıklığın ve genel dayanıklılığın temelidir. Kas kaybı arttıkça vücut daha kırılgan hâle gelir.
BAĞIRSAK-BAĞIŞIKLIK İLİŞKİSİ
Lif alımının azalması da modern beslenmenin görünmeyen sorunlarından biridir. Sebzeler, baklagiller ve tam gıdalar yeterince tüketilmediğinde sindirim sistemi zorlanır, bağırsak dengesi bozulur. Bu durum yalnızca şişkinlik ya da kabızlık olarak değil; enerji düşüklüğü, bağışıklık zayıflığı ve genel halsizlik olarak da karşımıza çıkar. Bağırsaklar iyi çalışmadığında bedenin dayanıklılığı da azalır.
Beslenmenin yanında uyku ve stresle ilişkisi de göz ardı edilmemelidir. Yetersiz beslenen bir beden, uykusuz kaldığında çok daha hızlı çöker. Stres altındaki bir vücut ise besinleri verimli kullanamaz. Sürekli tetikte olan bir sistem, sindirimi yavaşlatır ve kendini koruma moduna alır. Bu da kilo alımını kolaylaştırırken toparlanmayı zorlaştırır.
BU DÖNGÜ KIRILABİLİR Mİ?
Elbette. Ancak çözüm mucize diyetlerde ya da tek bir takviyede değil. Çözüm, beslenmeyi yeniden temel bir ihtiyaç olarak ele almakta. Düzenli öğünler, yeterli protein, liften zengin sebzeler, gerçek ve sade gıdalar… Beden bu temel ihtiyaçlar karşılandığında kendini onarma kapasitesini yeniden devreye sokar. Dayanıklılık geri gelir; enerji artar, toparlanma hızlanır.
Bugün yaşadığımız bu “eskisi gibi değilim” hissi aslında bir uyarıdır. Vücut, daha fazla bastırılmak değil, daha iyi beslenmek istiyordur. Daha az kural, daha çok denge; daha az mükemmeliyet, daha fazla süreklilik talep ediyordur. Sağlıklı olmak, her zaman güçlü hissetmek değil; ihtiyaçları zamanında fark edebilmek ve onlara cevap verebilmektir.
Belki de doğru soru şudur:
Vücudumuz gerçekten eskisi kadar dayanıklı değil mi, yoksa biz onu artık yeterince beslemiyor muyuz?